Beyaza İmzanın Geçerliliği ve Protokol İptali
Borçlar Kanunu’nun (TBK) 26’ncı) maddesinde bir sözleşmenin içeriğinin, bu sözleşmenin taraflarınca kanunda öngörülen sınırlar içerisinde özgürce belirlenebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Bu temel kuralın istisnası ise 818 sayılı BK’nın 19/2’nci (6098 sayılı TBK’nın 27/1’inci) maddesinde; ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olduğu belirtilmek suretiyle açıklanmıştır.
Sözleşme serbestisi kavramının temeli irade özgürlüğüne dayalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın irade özgürlüğüne ilişkin hükümleri (m.12/1, 13, 17/1, 19, 35/1, 48/1, vb.) göstermektedir ki; hukuk sistemimiz kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduğunu temel bir ilke olarak benimsemiştir. İrade özgürlüğü, kişilerin her alanda özgürleştirilmesini ilke edinmiş ekonomik ve politik bir doktrindir. Bu ilkenin borçlar hukukundaki yansıma şekli olan sözleşme özgürlüğü modern hukuk sistemlerine esas alınmış ise de, yirminci yüzyılda yoğun bir biçimde yaşanan savaşlar ve devletlerin sosyal devlet rolünü benimsemeleri, bu ilkenin yeniden ele alınarak değerlendirilmesine sebep olmuş ve bu bağlamda sözleşme özgürlüğüne önemli birtakım sınırlandırmalar getirilmiştir ve bu sınırlamalar artarak devam etmektedir. Özellikle bir sözleşmenin her iki tarafı da sözleşme özgürlüğüne sahip olmasına rağmen, ekonomik gücü nedeniyle, içeriğini önceden tek başına belirlediği sözleşmeleri, ihtiyaçları nedeniyle birçok kişiye koşulsuz olarak kabul ettirebilen teşebbüslerin ortaya çıkması, karşılarındaki kitlelerin korunabilmesi adına kanun koyucuların bu meseleye yoğun bir biçimde müdahil olmalarına yol açmıştır (Ercoşkun Şenol, H. Kübra: Sözleşmenin İçeriğini Belirleme Özgürlüğü ve Bunun Genel Sınırı-TBK m. 27, İÜHFM, C. LXXIV, 2016, s. 2).
Sözleşme içeriğinin özgürce belirlenmesinin sınırlarından birisi sözleşme içeriğinin kişilik haklarına aykırı olmasıdır. Gerçekten kişilik haklarının en iyi şekilde korunması, modern hukuk sistemlerinin temel amaçlarından biridir. Bu nedenle kanunlarımızda kişiliği koruyan birçok düzenleme bulunmaktadır. Örneğin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 23’üncü maddesinde; kimsenin kısmen de olsa hak ve fiil ehliyetinden, özgürlüklerinden vazgeçemeyeceği ve özgürlüklerini hukuka veya ahlaka aykırı olarak sınırlayamayacağı düzenlenmiştir.
Bir bütün olarak kişilik hakkı ve içerdiği değerler sözleşme özgürlüğünün sınırını oluşturduğundan bu hakka ve bu hakkın içerdiği değerlere aykırı sözleşmeler kesin hükümsüzdür. Bu durumda kişilik hak ve özgürlüklerini konu edinen sözleşmesel kısıtlamalar hakkında TMK’nın 23’üncü ve 818 sayılı BK’nın 19/2’nci (6098 sayılı TBK’nın 27/1’inci) maddeleri gözetilerek değerlendirme yapılacak ve sözleşme hükümleri anılan kanun maddelerinin koruma amaçlarına aykırı düştüğü ölçüde kişilik hakkını ihlâl nedeniyle geçersiz olacaktır. Örneğin sözleşmenin taraflarından birinin ekonomik özgürlüğünü aşırı derecede kısıtlayarak, onu çok uzun bir süre için bağlayan sözleşmeler, kişilik hakkının ihlali nedeniyle geçersiz sayılmalıdır.
Örneğin kişilerin yanlışlıkla boş bir evrağı imzalaması veya boşanma protokolü imzaladığını düşünerek boş evrağın da imzalanan belgeler arasında imzalattırılarak davacının zor durumundan ve bilgisizliğinden yararlanılarak düzenlendiği intibaının uyandığı, protokolün şekil olarak Borçlar Kanunu kapsamında sözleşme serbestisi kurallarına göre düzenlendiği düşünülse ve yine davacının sözleşmeden haberi olmadığı, boşanma sırasında düzenlenen belgeler arasında beyaza atılan imza nedeniyle sonuçlarına katlanması gerektiği kabul edilse dahi protokolün meydana getirilmiş bir eserden elde edilen gelirin paylaşımını düzenlediği ve içerik itibariyle ivazlar arasındaki aşırı oransızlık göz önünde bulundurulduğunda davacının iktisaden mahvına sebebiyet verecek şekilde ve kişilik haklarına aykırı bir sözleşme olduğu kabul edilmelidir.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle sözleşme hukukunun temel prensiplerinden olan sözleşme serbestisi ilkesine değinilmesinde fayda bulunmaktadır. Somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 19/1’inci (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 26’ncı) maddesinde bir sözleşmenin içeriğinin, bu sözleşmenin taraflarınca kanunda öngörülen sınırlar içerisinde özgürce belirlenebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Bu temel kuralın istisnası ise 818 sayılı BK’nın 19/2’nci (6098 sayılı TBK’nın 27/1’inci) maddesinde; ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olduğu belirtilmek suretiyle açıklanmıştır.
Bir bütün olarak kişilik hakkı ve içerdiği değerler sözleşme özgürlüğünün sınırını oluşturduğundan bu hakka ve bu hakkın içerdiği değerlere aykırı sözleşmeler kesin hükümsüzdür. Bu durumda kişilik hak ve özgürlüklerini konu edinen sözleşmesel kısıtlamalar hakkında TMK’nın 23’üncü ve 818 sayılı BK’nın 19/2’nci (6098 sayılı TBK’nın 27/1’inci) maddeleri gözetilerek değerlendirme yapılacak ve sözleşme hükümleri anılan kanun maddelerinin koruma amaçlarına aykırı düştüğü ölçüde kişilik hakkını ihlâl nedeniyle geçersiz olacaktır. Örneğin sözleşmenin taraflarından birinin ekonomik özgürlüğünü aşırı derecede kısıtlayarak, onu çok uzun bir süre için bağlayan sözleşmeler, kişilik hakkının ihlali nedeniyle geçersiz sayılmalıdır.
Beyaza atılmış imzanın sonradan doldurularak tek taraflı olarak doldurulması protokolde yalnızca davacının yükümlülüğüne yer verilmiş, protokolde imzası bulunan diğer kişilerin yükümlülüğüne işaret dahi edilmemiştir. Başka bir deyişle protokolde davacı dışındaki diğer imzası bulunan kişiler doğrudan veya dolaylı bir biçimde asli bir yükümlülük üstlenmemişler; taraflarca öngörülebildiği kadarıyla anılan eserin tüm gelir getirici faaliyetlerinden diğer kişilere belli oranda (%75) pay verilmesi davacı tarafından taahhüt edilmiştir. Protokol bu hâliyle tek tarafa borç yükleyen bir sözleşme yapısına sahiptir.
Beyaza imza atılan evrağın sözleşme maddeleri geçerli olacakken özel kanunla belirtilmiş bir madde söz konusu ise o maddenin geçerliliği kabul edilemez. Ancak protokolün tamamının de butlanlığından söz edilemez.
Örneğin; Protokolde sadece “B…. ” adlı davacının eser sahibi olduğu eserin mali haklarından ve eserin sair surette değerlendirilmesinden elde edilecek gelirin paylaşımı öngörülmektedir. Bu husus protokolün ikinci paragrafında “B…. adlı eserin bütün gelirleri bu protokolün imzalanmasından sonra isimleri yazılı kişiler arasında paylaşılacaktır” şeklinde ve üçüncü paragrafında ise “bu paylaşım “B….. ” adlı eserin protokolün imzalanmasından sonraki bütün baskıları, internet ortamında “d….com ” adresinden sağlanacak gelirini de kapsayacaktır” şeklinde belirtilmiştir.
Dava konusu protokolün sadece dördüncü paragrafında eserden kaynaklanan mali hakların devrine ilişkin düzenleme yapılmıştır. Ancak 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 52’nci maddesi gereğince, mali haklara dair sözleşme ve tasarrufların yazılı olması ve konuları olan hakların ayrı ayrı gösterilmesi şarttır. Protokolün dördüncü paragrafında hangi mali hakların devredildiği belirtilmediğinde bu paragraf anılan Kanun maddesine aykırıdır. Bu durumda 818 sayılı BK’nın 19/2’nci (6098 sayılı TBK’nın 27/1’inci) maddesi gereğince; kanunun kati bir surette emreylediği hukuki kaidelere veya kanuna aykırı sözleşmelerin hükümsüz olması ve aynı Kanun’un 20/2’nci maddesi gereğince sözleşmenin kısmi butlanına hükmedilmesinin mümkün bulunması karşısında protokolün dördüncü paragrafı geçersizdir.
Bu hâliyle protokol, dördüncü paragrafı hariç diğer içeriği itibariyle geçerli olup, davacının “….” adlı eserinden elde ettiği gelirin %…’ini protokolde imzası olan kişilere ivazsız olarak vermeyi taahhüt ettiği bir bağışlama sözleşmesi niteliğindedir. Zira protokolde yalnızca davacının yükümlülüğüne yer verilmiş olması ve protokolde imzası bulunan diğer kişilerin yükümlülüğüne yer verilmemesi, ayrıca davacının malvarlığında bulunması gereken “…..” adlı eserinden elde ettiği gelirin %… ’ini ivazsız olarak vermeyi taahhüt etmesi protokolün bağışlama sözleşmesi niteliğinde olduğunun göstergesidir. Protokolden davacı tarafından verilen taahhüdün bağışlama sebebiyle yapıldığı, davacının aynı zamanda protokolde imzası bulunan diğer kişilere yapacağı kazandırmayı bir ivaz (karşılık) almaksızın, onları zenginleştirme amacıyla yaptığı anlaşılmaktadır.