
Yazı İçeriği
1. Giriş
Ceza Genel Kurulu’nun 04.12.2024 tarihli ve 2024/132 Esas, 2024/388 Karar sayılı içtihadı, ceza yargılamasında direnme kararı ile yeni hüküm ayrımı bakımından önemli bir örnek teşkil etmektedir. Kararda, özellikle yerel mahkemelerin Yargıtay bozmasına karşı verdikleri kararların nitelendirilmesinde dikkate alınacak ölçütler açıkça ortaya konulmuştur. Bu yazıda, söz konusu kararın arka planı, ihtilaf noktaları ve Ceza Genel Kurulu’nun gerekçeli değerlendirmesi ve somut olay üzerinden, güveni kötüye kullanma suçu ile dolandırıcılık suçu arasındaki fark ayrıntılı olarak incelenmiştir. Özellikle bir avukatın, müvekkilinden icra dosyasına yatırmak üzere aldığı parayı zimmetine geçirmesi halinde, bu eylemin TCK 155/2 kapsamında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu; TCK 158/1-i’deki nitelikli dolandırıcılık suçunun unsurlarının ise oluşmadığı açıklanmıştır.
Bu bağlamda, avukatın müvekkilden aldığı parayı yatırmaması durumu, avukatın müvekkile karşı işlediği güveni kötüye kullanma suçu, avukatın parayı zimmetine geçirmesi, müvekkil-avukat arasındaki güven ilişkisi, dolandırıcılık kastı ve hileli davranış unsurlarının yokluğu gibi birçok yönüyle maddi hukuk açısından değerlendirilmiştir.
2. Uyuşmazlığın Arka Planı
Uyuşmazlık konusu dosyada sanık, mesleğini serbest olarak icra eden bir avukattır. Müvekkilinin vekâletnameyle yetkilendirdiği bir dava dosyasında temsil görevi üstlenmiş, bu süreçte kendisine tevdi edilen parayı müvekkiline iade etmeyerek zimmetinde tutmuştur. Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında sanığın, parayı iade etmeyişine ilişkin çeşitli savunmalarda bulunduğu; ödeme taahhütleri verdiği ancak bunları yerine getirmediği tespit edilmiştir.
Yerel mahkeme, sanığın eylemini TCK m. 158/1-i kapsamında değerlendirmiş; yani serbest meslek mensubu olan sanığın, mesleğinden kaynaklanan güven ilişkisini kötüye kullanarak dolandırıcılık suçunu işlediğine hükmetmiştir. Bu karara karşı istinaf başvurusu yapılması üzerine bölge adliye mahkemesi, yerel mahkemenin kararına direnmemiş; ancak sanığın eyleminin TCK m. 155/2 kapsamında “güveni kötüye kullanma” suçunu oluşturduğu kanaatine vararak farklı bir gerekçeyle hüküm kurmuştur.
Bu noktada, Yargıtay Ceza Genel Kurulu önüne iki temel mesele gelmiştir:
(1) Yerel mahkemenin kararına direnmeden farklı bir suç tipine dayanarak hüküm kurulması, “usuli bakımdan” 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 307. maddesi anlamında “yeni bir hüküm” oluşturur mu?
(2) Sanığın eylemi maddi ceza hukuku yönünden hangi suç tipine daha uygun düşmektedir: TCK 155/2’de düzenlenen “hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu” mu, yoksa TCK 158/1-i’de düzenlenen “meslekten kaynaklı güveni kötüye kullanmak suretiyle dolandırıcılık” suçu mu?
Ceza Genel Kurulu, bu iki soruya da yanıt vermiş; bir yandan usul hükümleri açısından direnme ve yeni hüküm ayrımını detaylı şekilde irdelemiş, öte yandan maddi ceza hukuku bakımından suç vasfının ne şekilde belirlenmesi gerektiğini değerlendirmiştir. Aşağıda, bu iki yönlü analizin detayları yer almaktadır.
3. Maddi Hukuk Yönünden Değerlendirme: Güveni Kötüye Kullanma mı, Nitelikli Dolandırıcılık mı?
Ceza Genel Kurulu’nun incelemesine konu olayda, sanık, avukatlık görevini ifa ederken bir dosyada alacaklı olan müvekkilinden belirli bir miktar parayı icra dosyasına havale etmek üzere almış, ancak bu bedeli dosyaya yatırmadan ve hak sahiplerine aktarmadan kendi uhdesinde tutmuştur. Yerel mahkeme bu eylemin TCK 155/2 kapsamında bir hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu olduğunu değerlendirmiş; Yargıtay 15. Ceza Dairesi ise TCK 158/1-i uyarınca nitelikli dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluştuğu görüşünü benimsemiştir.
Bu ihtilaf, yalnızca nitelendirme bakımından değil, aynı zamanda lehe kanun uygulaması, cezanın alt/üst sınırı, ve uzlaştırma dışılık/kapsam gibi sonuçları açısından da belirleyici bir önem taşımaktadır.
3.1 TCK 155/2 (Hizmet Nedeniyle Güveni Kötüye Kullanma)
TCK 155/2 hükmü, failin mağdurla arasındaki özel güven ilişkisine ve özellikle hizmet ilişkisine dayalı olarak teslim aldığı mal veya parayı amacı dışında kullanması hâlinde devreye girer. Avukat ile müvekkili arasındaki ilişki, kanunen ve teamülen yüksek düzeyde güven ilişkisine dayanır. Avukatın, mesleki konumunu kullanarak müvekkilinden almış olduğu parayı icra dosyasına yatırmaksızın uhdesinde tutması, güveni kötüye kullanmanın klasik örneklerinden biridir.
Kararda, sanığın avukat olarak icra dosyasına yatırma vaadiyle aldığı parayı yatırmadığı sabit olup, failin hileli davranışlarla aldatma kastı değil, bir emanet suistimali öne çıkmaktadır. Dolayısıyla, teslim alma hukuka uygundur, ancak sonraki kullanım hukuka aykırıdır.
3.2. TCK 158/1-i (Serbest Meslek Sahibi Kişiler Tarafından, Mesleklerinden Kaynaklanan Güvenin Kötüye Kullanılması Suretiyle Dolandırıcılık)
Ceza yargılamasına konu olayda, avukat olan sanığın müvekkilinden aldığı parayı icra dosyasına yatırmayarak kendi yararına kullanması, ilk bakışta serbest meslek mensubu bir kişinin mesleğinden doğan güven ilişkisini kötüye kullanmasını akla getirmektedir. Bu nedenle, eylemin TCK 158/1-i kapsamında nitelikli dolandırıcılık suçu teşkil edip etmediği incelenmelidir.
TCK 158/1-i’ye göre, “serbest meslek sahibi kişiler veya kamu görevlileri tarafından, mesleklerinin veya kamu görevlerinin sağladığı güven kötüye kullanılmak suretiyle işlenen dolandırıcılık” suçu daha ağır bir yaptırıma tabidir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, sanığın hileli davranışlarla mağdurun iradesini yanıltması ve bu şekilde haksız bir menfaat elde etmesi gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun somut olayda belirttiği üzere; her ne kadar sanık avukatlık mesleğini icra ediyor olsa da, müvekkilinden aldığı parayı icra dosyasına yatırmaması eyleminde hileli bir davranış zinciri, aktif aldatma fiilleri ve irade fesadı yaratacak bir kurgu bulunmamaktadır. Olayda yalnızca güven ilişkisine dayalı bir para teslimi ve sonrasında paranın zimmete geçirilmesi söz konusudur. Bu nedenle, TCK 158/1-i’deki dolandırıcılık suçunun manevi ve maddi unsurları oluşmamaktadır.
Nitekim Ceza Genel Kurulu da bu eylemin dolandırıcılık suçunun değil, TCK 155/2 kapsamında “hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma” suçunun unsurlarını taşıdığı sonucuna varmıştır.
3.3 Karşılaştırmalı Hukuki Tahlil
Kriter | TCK 155/2 – Güveni Kötüye Kullanma | TCK 158/1-i – Nitelikli Dolandırıcılık |
---|---|---|
Failin Hukuki Konumu | Avukat (hizmet ilişkisi içinde) | Fail-müşteki arası özel kast aranır |
Teslim Alma | Hukuka uygun (icra dosyasına yatırılmak üzere) | Hile ile temin (hukuka aykırı baştan beri) |
Hileli Davranış | Yok | Aranır (aldatma kastı ve hareketi gerekir) |
Bilişim Sistemi Kullanımı | Banka kullanımı ikincil, araç değildir | Banka/BT sistemi dolandırıcılık kastıyla araçtır |
Suçun Niteliği | Emanet suistimali | Başlangıçtan itibaren hileli temin |
3.4 Sonuç
Ceza Genel Kurulu, olayda sanığın müvekkilinden icra dosyasına yatırılmak üzere aldığı parayı hizmet ilişkisi çerçevesinde teslim aldığını, ancak bu parayı yatırmayarak kendi yararına kullandığını tespit etmiştir. Bu durumda, hukuka uygun teslim alma ve sonraki hukuka aykırı tasarruf unsurları dikkate alındığında, sanığın eylemi TCK 155/2 kapsamında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturur.
Bu nitelendirme, yalnızca suç tipinin doğru tespiti açısından değil, aynı zamanda cezanın alt ve üst sınırlarının belirlenmesi, uzlaştırma hükümlerinin uygulanabilirliği ve infaz rejimi bakımından da büyük önem taşımaktadır.
2. USULİ DEĞERLENDİRME
2.1. Yargılamanın Seyri ve İlk Derece Mahkemesi Kararı
Sanık hakkında ilk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılama neticesinde, eylemin TCK 155/2 kapsamında “hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma” suçunu oluşturduğu sonucuna varılmış ve sanık bu suçtan mahkûm edilmiştir. Mahkeme, sanığın avukatlık görevinden dolayı kendisine teslim edilen parayı müvekkilinin bilgisi dışında başka amaçla kullandığı gerekçesiyle özel bir güven ilişkisine dayanılarak gerçekleştirilen bir suç tipi olan TCK 155/2’yi uygulamıştır.
2.2. İstinaf ve Temyiz Süreci
Kararın istinaf edilip edilmediğine dair bilgi sınırlı olmakla birlikte, dosya Yargıtay’a taşınmış ve Yargıtay ilgili Ceza Dairesi, eylemin TCK 158/1-i kapsamında “nitelikli dolandırıcılık” suçunu oluşturduğu gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Bu bozma, suçun vasfına ve nitelendirilmesine ilişkindir; yani maddi olay sabit olmakla birlikte, buna uygulanacak kanun maddesi bakımından farklı bir değerlendirme yapılmıştır.
2.3. Direnme Kararı
Bozma kararına karşı ilk derece mahkemesi, önceki kararında direnmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 307 vd. maddelerine göre, ilk derece mahkemesi Yargıtay’ın bozma kararına uyabileceği gibi, hukuki gerekçelerini ortaya koyarak “direnme kararı” da verebilir. Direnme halinde dosya, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderilir.
Bu olayda da direnme kararı verilmiş ve dosya Ceza Genel Kurulu’na taşınmıştır. Direnme gerekçesinde, sanığın davranışlarının dolandırıcılığa özgü hileli fiiller taşımadığı, güven ilişkisine dayalı hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme, suçun manevi unsurunda “aldatma kastı” ile “güveni kötüye kullanma kastı” arasındaki ayrıma dikkat çekmiştir.
2.4. Ceza Genel Kurulu’nun İncelemesi
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, dosyayı usul ve esas yönünden incelemiş ve şu hususlarda usuli isabet tespit etmiştir:
-
Direnme kararının usulüne uygun verildiğini, gerekçeli olduğunu ve CMK 307-308 hükümleri doğrultusunda Ceza Genel Kurulu yeni bir karar olduğuğu kendisinin değil için yeniden ilgili Yargıtay ilgili ceza dairesi tarafından başvurunun incelenmesi gerektiğini belirtmiştir.
-
Dosyada maddi vakıanın sabit olduğu, ihtilafın yalnızca suç vasfı ve uygulanacak madde yönünden olduğu görülmüş, bu bağlamda usuli eksiklik bulunmadığına karar verilmiştir.
-
Ceza Genel Kurulu ayrıca, bozma kararında TCK 158/1-i maddesinin uygulanmasının hukuki temelden yoksun olduğunu, eylemin dolandırıcılık unsurlarını taşımadığını ifade etmiştir.
Bu yönüyle Ceza Genel Kurulu kararı, hem maddi hukuk hem de usul hukuku yönünden isabetli bir içtihat niteliği taşımaktadır.
2.5. Genel Değerlendirme
Ceza yargılamasında “suçun vasfı” yönünden bozma ve direnme süreçleri oldukça teknik ve kritik öneme sahiptir. Nitekim bu olayda;
-
Bozma kararı suç vasfına ilişkin olduğundan direnme mümkündür, bu usule uygundur.
-
Direnme kararı da gerekçeli ve CMK hükümlerine uygun olarak verilmiştir.
-
Ceza Genel Kurulu, dosyada yeni bir delil değerlendirmesi yapmamış, sadece hukuki nitelendirme yönünden içtihadi bir sonuca varmıştır.
-
Sonuç olarak Ceza Genel Kurulu’nun kararı, usul hükümlerine tamamen uygun bir süreçte verilmiştir ve gerekçesiyle birlikte yüksek mahkeme içtihat birliğini sağlayacak niteliktedir.