Nikâh Altında Dolandırıcılık: Evlenip Kaçanlara Ceza Verilmiyor mu? Şahsi Cezasızlık

Yazı İçeriği
- EVLİLİK KILIFI ALTINDA DOLANDIRICILIK: TCK m.167 ŞAHSİ CEZASIZLIK SINIRININ ÖTESİNDE BİR HUKUKİ İHMAL Mİ?
- NEDEN BU KONUYU YAZMA GEREĞİ DUYDUM?
- EVLİLİK BİR HAK MI, BİR ARAÇ MI?
- MADDENİN SİSTEMATİK YORUMU: KİMLERİ KORUR, NE ZAMAN KORUMAZ?
- YARGITAY’IN YERİNDE DURUŞU: CEZASIZLIK SINIRSIZLIK DEĞİLDİR
- MEVZUAT DÜZEYİNDE ÇÖZÜM NE OLMALI?
- BİR AVUKATIN GÖZÜYLE: PRATİKTE NELER YAPILMALI?
- TOPLUMSAL ACI GERÇEK: ADALETİN HİSSETTİRİLEMEMESİ
- Şahsi Cezasızlık Halleri Sınır Tanır mı? Yargıtay Uygulamasının Yönü
- Şahsi Cezasızlık Halinin Kötüye Kullanımı ve Hukuki Çözüm Önerileri
- Öneriler:
EVLİLİK KILIFI ALTINDA DOLANDIRICILIK: TCK m.167 ŞAHSİ CEZASIZLIK SINIRININ ÖTESİNDE BİR HUKUKİ İHMAL Mİ?
Türkiye’de her yıl binlerce kişi hayatını birleştirme umuduyla evlilik yoluna giriyor. Aile kurmak, güven duymak, birlikte yaşlanmak gibi soyut değerlerin yanına, takılan ziynetler, düğün masrafları ve yapılan maddi destekler gibi somut unsurlar da ekleniyor. Ancak bazı durumlarda evlilik, ne yazık ki bir insanın yaşamına yeni bir sayfa açması anlamına gelmekten ziyade; planlı bir maddi kazanç operasyonuna dönüşüyor. Evliliğin hemen ardından takılan altınlarla birlikte ortadan kaybolan eşler, sadece karşı tarafı değil, aynı zamanda hukuk sistemini de çaresiz bırakıyor. Çünkü Türk Ceza Kanunu’nun 167. maddesi, belirli kişiler arasında işlenen bazı suçlar için şahsi cezasızlık hali öngörüyor. Ve işte tam burada, hukukla adalet arasındaki o ince ve can sıkıcı çizgi belirginleşiyor.
Bu yazıda, TCK m.167’de düzenlenen şahsi cezasızlık hükümlerini, evlilik kurumu araçsallaştırıldığında nasıl tartışmalı hâle geldiğini, planlı evlilikler yoluyla işlenen malvarlığı suçlarının cezalandırılabilir olup olmadığını çok yönlü olarak ele alacağız. Yargıtay kararları, güncel toplumsal olaylar, televizyon programlarına yansıyan mağdur ifadeleri ve uygulamadaki yorum farklılıkları ışığında, yasada açıkça bir boşluk olmasa da, hukuken nasıl bir denetimsizlik alanı oluştuğunu göstermek istiyorum.
Ben bir ceza avukatıyım. Her gün adliyelerde, dilekçelerde, dosyalarda “kast”ı, “manevi unsuru”, “haksız fiili” tartışırken; esasen toplumun adalet beklentisinin, kanun maddelerinin kelime anlamından daha derin bir yerde konumlandığını görüyorum. Çünkü insanlar yalnızca hukukun lafzına değil, ruhuna da sığınmak istiyor. Ve eğer bu tür vakalarda evlilik adı altında yapılan sistematik eylemler karşılıksız kalıyorsa, burada ya cezanın uygulamasında bir eksiklik vardır ya da kanunların korumadığı alanlar artık kötü niyetli kişilerce bilinçli şekilde sömürülüyordur.
NEDEN BU KONUYU YAZMA GEREĞİ DUYDUM?
Yalnızca akademik bir konu değil bu. Hemen her şehirde, özellikle taşra mahkemelerinde benzeri dosyalara rastlıyoruz. Bir müvekkilim, düğün gecesinin sabahında altınlarla birlikte kaybolan eşini ararken, “Siz evlisiniz, eşinize karşı suç işlenemez” cevabını aldı. Bu cevap hukukidir, evet… Ama adil midir?
Diğer yandan televizyon programlarına çıkan mağdurlar, gözyaşları içinde binlerce lira değerindeki ziynetlerinin “evlilik niyeti” adı altında nasıl alındığını anlatıyor. Kimileri evlilik yaptıktan sonra sadece birkaç gün içinde ayrılmış, kimileri ise eşinin kimliğinin bile sahte olduğunu sonradan öğrenmiş.
Kimi olaylarda eşin aynı yöntemle daha önce birkaç kişiyi daha mağdur ettiği ortaya çıkıyor. Burada artık karşımıza çıkan şey bir “ailevi sorun” değil, organize bir malvarlığına karşı suç zinciridir.
Ama çoğu zaman savcılıklar, TCK m.167 gerekçesiyle “eşler arasında hırsızlık suçu olmaz” diyerek dosyayı kapatıyor. Halbuki mesele hırsızlık değilse, başka bir suç tipiyle değerlendirilmesi gerekir. Hangi mantık evlilik yoluyla işlenen dolandırıcılığın “aile içi mesele” sayılmasını haklı kılar? Bu yazıda, yanıtı hukuk metinlerinde olmayan bu sorunun peşine düşüyoruz.
EVLİLİK BİR HAK MI, BİR ARAÇ MI?
Kanun koyucu, şahsi cezasızlık hallerini düzenlerken iyi niyetli düşünmüş olabilir. Aile bireyleri arasındaki suçların cezalandırılması, toplumsal barışı zedeleyebilir. Ancak bu düzenleme, kötü niyetli kişilerce sistemli şekilde istismar edildiğinde artık bir hak değil, bir cezasızlık zırhına dönüşüyor. Evliliği yalnızca maddi kazanç elde etmek için kullananlar, bu düzenlemeden fayda sağlamaya devam ettikçe, mağdur sayısı artıyor; adalet duygusu ise örseleniyor.
Eğer hukuk sadece ilişkileri düzenleme aracıysa ve her ilişkinin kendine has bir hukuku varsa, bu noktada evlilik ilişkisini de salt formal bir bağ olarak değil, içerik ve samimiyet yönüyle de değerlendirmek gerekir.
Çünkü eğer evlilik gerçekte hiç yaşanmamışsa, ortak yaşam hiç kurulmamışsa, ev kurmak, birlikte yaşamak, aile olmak gibi en temel niyetler yoksa, o zaman bu “evlilik”, bir sözleşmeden ziyade bir tuzaktır. Ve hiçbir kanun, bilerek kurulan tuzakları korumamalıdır.
MADDENİN SİSTEMATİK YORUMU: KİMLERİ KORUR, NE ZAMAN KORUMAZ?
TCK m.167’de sayılan cezasızlık halleri, yalnızca belirli kişiler arasında ve belirli suç tipleri için geçerlidir. Bu kişiler arasında eş, üstsoy, altsoy, kardeş, aynı çatı altında yaşayan kişiler yer alır. Ancak bu istisnaların uygulanabilmesi için;
-
Gerçek bir ailesel ilişki olmalı,
-
Suçun işleniş biçimi bu ilişkiye özgü nitelik taşımalı,
-
Eylem tekil ve duygusal/ani kararla sınırlı olmalıdır.
Buna karşılık, eğer suç:
-
Planlı şekilde,
-
Birden fazla kişiye karşı,
-
Süreklilik arz eder biçimde,
-
Maddi kazanç elde etme saikiyle,
-
Evlenme iradesi olmadan, sırf güven ilişkisini kötüye kullanarak işlenmişse,
o durumda şahsi cezasızlık korumasının uygulanması, sadece mağduru değil, hukukun itibarını da zedeler.
“Sürekli Aynı Senaryo, Farklı Mağdurlar”
Adana’da bir kadın, üç farklı ilde, üç farklı erkekle kısa süreli evlilikler yapmış, her defasında düğünde takılan ziynetlerle birlikte ortadan kaybolmuştur. Hakkında şikayet olduğunda ise, “evli olduğum kişiden aldım, eşimdim” diyerek TCK m.167’nin korumasına sığınmıştır.
YARGITAY’IN YERİNDE DURUŞU: CEZASIZLIK SINIRSIZLIK DEĞİLDİR
Yargıtay, son yıllarda artan bu tür başvurulara karşı daha hassas kararlar vermeye başlamıştır. Evlilik ilişkisinin sadece kâğıt üzerinde olduğu, aile birliği kurulmadığı, eylemin planlı olduğu durumlarda şahsi cezasızlık hükmünün uygulanmayacağı yönünde çok sayıda içtihat oluşmuştur. Bu kararlar, hukuk sistemimizin hala yorum yoluyla adaleti sağlamaya çalışan bir refleks gösterdiğini ortaya koymaktadır.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken şudur: Bu kararlar genellikle istisnaidir ve doğru argümantasyonla sunulmazsa, ilk derece mahkemelerinde cezasızlık gerekçesi hâlâ yaygın biçimde kullanılmaktadır.
MEVZUAT DÜZEYİNDE ÇÖZÜM NE OLMALI?
1. TCK m.167’ye “kötüye kullanım istisnası” eklenmeli
Tıpkı ceza hukukunda “meşru savunmanın sınırlarının aşılması” gibi, şahsi cezasızlık halleri için de bir sınır çizilmelidir. Maddenin sonuna şu doğrultuda bir fıkra eklenebilir:
“Şahsi cezasızlık halleri, evlilik ilişkisinin suç işleme aracı haline getirildiği, aile kurma iradesinin bulunmadığı veya sistematik biçimde menfaat sağlama saikiyle hareket edildiği durumlarda uygulanmaz.”
Bu şekilde bir düzenleme, hem yasaya sadık kalınmasını sağlar, hem de kötüye kullanımı engeller.
2. Malvarlığına karşı evlilik temelli dolandırıcılık için özel düzenleme yapılmalı
TCK 158’e alt bent olarak veya ayrı bir maddede şu tip bir düzenleme düşünülebilir:
“Gerçek bir evlilik ilişkisi kurma kastı bulunmaksızın evlenerek, evlenme nedeniyle sağlanan ziynet, para veya diğer ekonomik değerlerin alınarak terk edilmesi fiili, nitelikli dolandırıcılık sayılır.”
Bu düzenleme, salt medeni hukuk konusu gibi görülen ama aslında kastın yoğunluğu ve hareket tarzı nedeniyle ceza hukuku alanına giren fiilleri kapsayacaktır.
BİR AVUKATIN GÖZÜYLE: PRATİKTE NELER YAPILMALI?
Savcılar ve hâkimler, dosyada sunulan delilleri ve niyeti iyi yorumladığında, maddenin kör uygulamasının önüne geçilebilir. Uygulamada yapılması gereken bazı önemli vurgular şunlardır:
-
Evliliğin fiilen yaşanmadığı,
-
Ortak yaşamın kurulmadığı,
-
Failin daha önce benzer eylemlerle başka kişileri de mağdur ettiği,
-
Fiilin menfaat sağlama saikiyle yapıldığı,
-
Eylem sonrası iletişimin kesildiği, eşin ortadan kaybolduğu,
-
Psikolojik baskı, kandırma, güven ilişkisi istismarı gibi hileli yolların kullanıldığı,
delillerle desteklenmeli ve savcılığın ön değerlendirmesine bu unsurlar özellikle sunulmalıdır.
Aksi halde çoğu dosya, “eşler arasında ceza olmaz” klişesiyle yüzeysel şekilde takipsizlikle sonuçlanmakta, mağdurun yargıdan beklentisi hüsranla son bulmaktadır.
TOPLUMSAL ACI GERÇEK: ADALETİN HİSSETTİRİLEMEMESİ
Bugün televizyon programlarında her hafta onlarca kişi, evlendikten kısa süre sonra eşinin ziynetleri alıp kaybolduğunu anlatıyor. Kimisi annesinin bileziklerini satıp düğün yapmış, kimisi borç para bulmuş, kimisi yurt dışından altın getirmiş. Bunların hepsi gerçek, hepsi yaşanmış ve hepsi yargı sistemine taşınamamış olaylar. Çünkü mağdurlar ya “evliydiniz” denilerek geri çevrilmiş ya da dolandırıldıkları halde medeni hukuk yollarına yönlendirilmiş.
Ancak burada gözden kaçırılan nokta şudur:
Bu kişiler dolandırılmamıştır, sistematik biçimde planlanmış bir kastın kurbanı olmuşlardır.
Ve hukuk, bunu görmezden gelmeye devam ettikçe, evlilik kurumu da zedelenir, yargıya güven de azalır.
Şahsi Cezasızlık Halleri Sınır Tanır mı? Yargıtay Uygulamasının Yönü
Türk Ceza Kanunu’nun 167. maddesinde düzenlenen şahsi cezasızlık ve cezada indirim nedenleri, ceza hukukunun “aile içi barışı koruma” ilkesine dayansa da, bu koruma mutlak değildir. Özellikle evlilik kurumunun araçsallaştırılması hâlinde, bu normatif korumanın kötüye kullanılması ihtimali doğmaktadır. Nitekim Yargıtay, bu tür durumları istisnaî olarak değerlendirmekte ve cezasızlık korumasını bertaraf etmektedir.
Bu yaklaşım, özellikle “evlenme kastı olmaksızın ziynet eşyalarının elde edilmesi ve ardından eylemin sonlandırılması” durumlarında açıkça kendini göstermektedir. Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 2015/15912 E. ve 2017/5241 K. sayılı kararında açıkça:
“Sanığın evlilik kurumu görünümü altında, kısa sürede ziynetleri alarak ayrılması, aile kurma kastının bulunmadığını göstermekte olup, eylemin şahsi cezasızlık kapsamında değerlendirilemeyeceği…”
şeklinde hüküm kurularak, şahsi cezasızlık halinin kötüye kullanıldığı durumlarda cezai sorumluluğun devam edeceği vurgulanmıştır. Bu tür kararlar, cezasızlık hükümlerinin aile bağlarının sahici olup olmadığıyla sıkı sıkıya ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır.
**Kural: Aile Bağı + Suç = Ceza Yok.
İstisna: Hileli Aile Bağı + Suç = Ceza Var.**
Bu istisnai uygulama, sadece dolandırıcılık veya hırsızlık değil; aynı zamanda güveni kötüye kullanma gibi suçlar bakımından da geçerlidir. Önemli olan, taraflar arasında gerçek bir aile birliğinin kurulup kurulmadığı ve eylemin evlilikten beklenen sadakat, güven ve dayanışma ilkelerine aykırı şekilde planlanıp planlanmadığıdır.
Şahsi Cezasızlık Halinin Kötüye Kullanımı ve Hukuki Çözüm Önerileri
Evlilik kurumu, bireylerin sosyal ve hukuki birliktelik içinde bir yaşam kurmasını amaçlar. Ancak zamanla bu kurumun, ceza hukukunda tanınan bazı koruyucu normların istismarı amacıyla kullanıldığına dair vakalar artmıştır. Özellikle, ziynet eşyalarının evlilik sonrasında alınarak geride mağdur bırakılmış bireylerin ortaya çıkması, bu bağlamda dikkat çekmektedir.
Burada iki temel sorun gözlemlenmektedir:
1. Ceza Muhakemesi Açısından Değerlendirme:
Şahsi cezasızlık ve şikâyete bağlılık ilkeleri, evlilik ilişkilerinin korunmasını amaçlasa da bu koruma mutlak değildir. Eğer evlilik, baştan itibaren bir araç olarak kullanılmışsa –örneğin sadece ziynet eşyalarını elde etmek, ardından boşanmak gibi planlanmış bir niyetle gerçekleştirilmişse– artık gerçek bir evlilik iradesinden bahsetmek mümkün değildir. Bu durumda Yargıtay’ın içtihatlarında olduğu gibi, şahsi cezasızlık hükümlerinin uygulanmayacağı açıktır.
2. Kanun Boşluğu ve Uygulama Sorunları:
Mevzuat, iyi niyetli evlilikler için cezadan muafiyet sağlamaktadır. Ancak evlilik maskesi altında işlenen dolandırıcılık benzeri fiillerin artması, TCK 167. madde gibi hükümlerin kötüye kullanımını doğurmaktadır. Bu noktada uygulayıcılar açısından ciddi bir kanun boşluğu değilse bile yorum farklılığı doğmakta ve her somut olayda farklı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir.
Öneriler:
-
Hukuki Reform: Mevcut düzenlemenin, “evlilik görünümü altında işlenen ve başlangıçta aile kurma kastı bulunmayan eylemler” için istisna getirecek şekilde netleştirilmesi, hem uygulayıcıların işini kolaylaştıracak hem de mağdurların korunmasına katkı sağlayacaktır.
-
Yargı İçtihatlarının Derinleştirilmesi: Bu konuda verilen Yargıtay kararlarının artırılması ve içtihat birliği sağlanması, yerel mahkemelerin doğru yorum yapmasına yardımcı olabilir.
-
Ceza-Özel Hukuk Ayrımının Netleştirilmesi: Ziynet eşyalarının hukuki mal rejimi kapsamında mı yoksa ceza yargılamasında suç eşyası olarak mı değerlendirileceği hususunda daha sistematik bir yaklaşım geliştirilmelidir.